Perşembe, Temmuz 24, 2008

KURTADAMLIK MÜESSESESİ VE METROPOL KURTLARI


Dörtyüzyıl önce serikatiller avrupayı dolaşıp kurbanlarını akıl almaz bir vahşet ve hayvani biçimlerde öldürdüklerinde onlara “Likantofi” deniyordu. Bu kurt anlamına gelen “Lykos” ve adam anlamına gelen “Antropos” kelimelerinin birleşimden oluşuyordu. Zaman içinde kurtadamlık müessesesi dönemin ahlaki normlarına göre değişen her canavar gibi çok başka şeyleri temsil etmeye başladı. Roma ve Türk mitolojilerinde büyük kahramanları nasıl büyük olduklarını anlatırken çocukken bir kurtun onları bulup büyüttüğünden bahsedilir. Bu onlara dayanıklılık, güç ve cesaret verir, hatta uluslar kurarlar efsanelerinden.

Beyazperdeki en saygı değer ve akılda kalıcı kurtadam ise Jack Nicholson olsa gerek. Kendisinin “yaşlı kurt”luğu bir yana, özellikle Shining’den sonra onun bakışlarının, şen şakrak mizacının altında her an başkalaşmaya, delirmeye hazır bişeyler arar olduk. Ki kurtadamlar da aslında literatürde böyle birşeyleri tasvir eder; aniden zincirlerinden kurtulan erkek cinselliğini. Toplum içinde yaşama çabasıyla üzerine kılık kıyafet geçirmiş, sevecen olamasa bile zararsızlığı ile insan sevgisinden mahrum kalmamaya çalışmış, yalnızlıktan muzdarip ket vura vura çoğaltıp canavarlaştırdığı cinsel arzusu aniden kontrolden çıkan bir insan evladı.. Korku sineması rahatlatır insanı, kendinde başa çıkamadığını etten kemikten bir canavara mal eder, onunla bir de savaşır, oldürür, kurtulur. Fakat tıpkı vampirler gibi kurtadamlar da yıllar içinde beyazperde değiştiler. Daha insancıl oldular. Hayvani taraflarından pişmanlık duyan, “insani” taraflarına daha çok öykünen kurtadamlarla tanıştık. Hatta daha da sonra “iyi” kurtadamlarla “kötü” kurtadamlar birbirinden ayrıldı, dahası birbiriyle savaştı. Tıpkı Harry Potter’daki Remus Lupin ve Fenrir Greyback gibi.

Bir de Boris Vian’ın alternatif kurtadam hikayesi var. Yakışıklı, medeni, vejeteryan bir kurt olan Denis keyifle dekore edilmiş mağarasında yaşayıp, sadece ağaçlar ve yaz akşamları ile kafasını kurcalarken bir gün bir insan tarafından ısırılıyor. Sonrasında kendisini şehirde buluyor, ne yapacağını bilemez halde bir restauranta gidip sipariş veriyor. Derken yanına oldukça cazibeli bir kadın oturup kendisine kur yapmaya başlıyor. Daha önce karşılaşmadığı bu durum karşısında ne yapacağını bilemeyen Denis eli ayağı titrer vaziyette artık yaşaması gereken bu yeni dünyada nasıl hayatta kalacağını düşünmeye başlıyor. Bundan böyle “Nereye gidiyorsun kentsoylu?” sorusuna cevap bulması gerektiğini anlıyor ve insan olmaya lanet ediyor.



Bütün fantastik filmlerin kahramanı kurtadamlar bir yana içimizi en çok parçalayan Sting’in “Moon over Burbon Street”indeki kurtadamdır. Çünkü şehirlidir o, bizim gibi, New Orleans’ın ışıklı caddelerine uzaktan bakıp içindeki ikilemlerle boğuşur, yarı karanlıkta kendini affedemez. Bir canavarın gözlerine, günahkarın yüzüne ve rahibin ellerine sahiptir ve her gün güçlü olabilmek için dua eder. Metropoldeki bu kurtadamlar ve kurtkadınlar huşu içinde yaşadıkları dünyalarından beklemedikleri bir anda aldıkları ısırıkla, kanlarını akıta akıta izlerini en kolay kaybettirebilecekleri daha da kalabalık metropollere gelmişler ve burada şehrin insanları birbirine temas ettirmeyen telaşesine sığınmışlardır. Kadim yanlızlıklarından ve gitgide dönüştükleri yaratığın dehşetinden saklayarak kaçınmaya çalışırken arkalarında başka kurbanlar, başka dönüşenler bırakırlar, gizledikleri vicdan azabıyla. O ilk ısırık, büyük kudret taşır. Bu ısırığın ne kadar çabuk, ya da ne kadar korkunç bir dönüşüme uğratacağı ısıranın kuvvetinde değil, ısırılanın tam da o zamandaki zayıflığında yatar. Ne kadar kırık, ne kadar güçsüz ve kopmuşsa bağları hayattan, o kadar başkalaşır insan, kurta doğru. Güç çünkü aslında çok değişkedir; zaman, mekan, içinde bulunulan durum belirler daima dengeleri. Metropolün yanlızlığı derilerinin altındaki virüsü her geçen gün besler. Hırpalayıp öldürürler değer verdiklerini ki her seferinde o bildikleri, tanıdıkları yanlızlıklarına geri dönebilsinler, bilmeden asıl virüsün yanlızlığın ta kendisi olduğunu.



Bazen o kalabalıkta iki kurt birbirini bulur. Fakat zamanla o kadar ustalaşırlar ki kurtluklarını gizlemekte, birbirlerini kurban zannederek usulca yaklaşırlar. Birbirlerinde buldukları ama tanımlayamadıkları o tandık şey cazip gelir, yakınlaştırır. Eğer birisinden biri farkedip zamanında kaçamaz da birbirlerini ısırırlarsa işte o zaman bir büyük ayna olurlar birbirlerine ve kendilerine. En büyük yıkım gerçekleşir ve gerçek güç ortaya çıkar kişi kendisiyle yüzleştiği zaman. Hayatta kalabilen olursa ya artık lanetini küllerine gömmeyi başarmıştır, ya da tamamiyle kontrol edilemez bir canavara dönüşmüştür. Geri dönüşsüz..



Cat Power – The Werewolf Song

Oh the werewolf, oh the werewolf
Comes stepping along
He don't even break the branches where he's gone
Once I saw him in the moonlight, when the bats were a flying
I saw the werewolf, and the werewolf was crying

Cryin' nobody knows, nobody knows, body knows
How I loved the man, as I teared off his clothes.
Cryin' nobody know, nobody knows my pain
When I see that it's risen; that full moon again

For the werewolf, for the werewolf have sympathy
For the werewolf, somebody like you and me.
And only he goes to me, man this little flute I play.
All through the night, until the light of day, and we are doomed to play.

For the werewolf, for the werewolf, has sympathy
For the werewolf, somebody like you and me.

Hiç yorum yok: